top of page

Artan Suç Oranlarının Sorumlusu Psikiyatri değil



Ne zaman toplum genelinde infial yaratan bir suç işlense, psikiyatristleri hedef gösteren paylaşımlarda bulunuluyor. Ya psikiyatri hastaları damgalanıyor, suça meyilli kişiler gibi gösteriliyor, tedavi edilmezlerse tehlikeli ilan ediliyor ya da psikiyatristler hastalık tanısı koyarak suçluları koruyor, cezalandırılmalarına engel oluyor.


Psikiyatristleri ve psikiyatrik tanılı hastaları hedef göstermek, şiddetin, kadın cinayetlerinin aslında adeta günlük hayatımızın bir parçası değil de münferit olaylar olduğunu fısıldıyor kulaklara; suçluları toplumun dışında bireyler gibi resmedecek bir gerekçe/fail yaratıyorlar. Bu tip haberler psikiyatrik hastalıkları daha da dışlıyor, etiketliyor.


Ipsos'un hazırladığı "Ruh Sağlığı Raporu 2024"e göre, Türkiye'de ruhsal bir hastalıktan mustarip olanların oranı yüzde 38. Bir üniversite hastanesinin psikiyatri servisinin takipli hastası olmak o kadar zor/nadir bir durum değil ülkemizde, hatta kişinin damgalama derdi olmayacak olsa ise oldukça olağan diyebiliriz. Zira birileri devamlı akıl sağlığı ayaklarımızla oynuyor. Hastalar sanki toplum genelinden daha fazla suç işleme ve şiddet gösterme eğiliminde gibi gösteriliyorlar. Medyadaki ruhsal hasta ve hastalıklarla ilgili hatalı ve kışkırtıcı bu yorumların tekrarlanması, takipçilerinin zihninde “ruh hastaları saldırgandır” yargısına neden oluyor.


Maalesef yapılan araştırmalar da, halkın üçte birinin ruh sağlığı sorunu yaşayan insanların şiddete daha eğilimli olduğuna inandığını gösteriyor. Medyanın yansıttığının tersine şiddet içeren suç istatistiklerinde; ruhsal sorun yaşayan insanların cinayet işleme ihtimali oldukça küçük. Ancak medyaya göre, ülkenin üçte birinden fazlası ciddi tehlikelilik oluşturuyor. Araştırmalara bakılırsa da geri kalan üçte bir onlardan korkuyor. Yeni bir kutuplaşmamız daha oldu, elinize sağlık bazı Türk medyası mensupları.


"Bu fikri niye ihbar edilmemiş, niye hastanede tutulmamış hatta yaşasa salı verilmesi de psikiyatristler 'hasta' dedi diyeymiş" şeklinde suçlamalar ile psikiyatristlerin hastalık tanısı koyarak suçluları koruduğu, cezalandırılmalarına engel olduğu algısının da yaratıldığını gördük en son iki genç kızın yine yaşıt başka bir genç tarafından öldürüldüğü bir olayda. Kara kedi nerde / Ağaca çıktı / Ağaç nerde / Balta kesti / Balta nerde / Suya düştü / Su nerde / İnek İçti / İnek nerde / Dağa kaçtı / Dağ nerde / Yandı bitti kül oldu!” Tanı koysan dert, koymasan dert.


Özellikle vurgulanmak istiyorum: Herhangi birinin psikiyatrik tanısın olması ve hatta psikiyatri servisinde yatarak tedavi görmüş olması, ceza ehliyetinin olmadığını göstermez. Suç ile hastalığın neden olduğu belirtinin içerik olarak uyuşması gerekir. Kişi hezeyanlı dahi olsa örneğin hırsızlığı hezeyanları doğrultusunda yapmadı ise, işlediği suç bağlamında ceza ehliyeti vardır. Bunu da herhangi bir psikiyatri servisi yapmaz. Suç işleyen kişiyi mahkeme adli servise yönlendirir ve orada gözlem altına alınır. Sonucundan rapor mahkemeye sunulur, son karar yine mahkemenin olur. Hesap sorulması gereken merci başka yer gibi..


Psikiyatri yataklı servisleri cezaevi, doktorları da gardiyan değildir. Kişilerin hastalık nedeniyle özgürlüğünün kısıtlanması ancak belli koşullarda ve sürelerle mümkündür. Bunun kararını da yine Ahkamı şahsiye Mahkemesi verir. Tek istisnası, işlediği suç bağlamıyla uyumlu, ceza ehliyetin ortadan kaldıran bir hastalık söz konusu ise, mahkeme kararı ile bu kişiler adli servislerde uzun süreli yatırılırlar. Görüyoruz ki yine, karar mahkemenin...


Hastanın psikiyatrik muayene veya seansı içinde konuşmalarının kolluk kuvvetlerine veya adli mercilere bildirilmesi konusuna gelirsek; Hasta Hakları Yönetmeliğine göre "Sağlık hizmetinin verilmesi sebebiyle edinilen bilgiler, kanun ile müsaade edilen haller dışında, hiçbir şekilde açıklanamaz”. Psikiyatrik görüşmelerde konuşulanlar gizliliğe tâbidir.


Yeni ceza kanuna göre de, sağlık mesleği mensuplarına görevlerini yaptıkları sırada suç işlendiğine yönelik bir belirtiyle karşılaşmaları durumunda yetkili makamlara bildirimde bulunma yükümlülüğü getirilmiştir. Dikkat dikkat: "suç işlendiğine yönelik", suç işlendikten sonra, önce değil. Nitekim kahin değiliz, akıl okumuyoruz.


Hastanın açıkça suçla ilgili planı olduğunu söylemesi halinde (akıl okuyamıyoruz), Hekimlik Meslek Etiğine Göre  doktorun/psikiyatristin bildirmesi gerekir; bakın o da kanuna göre değil, kendi etik kurallarımız gereğince. Her kızgın, takıntılı, intikam hayalleri kişiyi bildirecek olsak, ülkenin üçte biri savcıda olabilirdi.


Ve son olarak belirtmek isterim ki, hastanın ölmesi ya da o hekimle ilişkisinin sona ermesi, hekimin bu yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Yani birçok cinayet veya şiddet içeren eylem ardından medyada fmağdurlar veya şüpheliler hakkında yazılanlara ilgili kurum ve kişiler cevap vermeyecektir; verecek cevaplarının olmadığından veya saklandıklarından değil.


Psikiyatrik hastalıkların damgalanmadığı, kanunların işlediği, gazetecelerin etik olduğu bir ülke diliyorum.

bottom of page