top of page

Ölüm Anında Kutuplaşma

Ölüm, tüm insanlık için ortak ve kaçınılmaz bir gerçeklik. Ancak dikkatimi çeken şu ki, özellikle toplumsal kutuplaşmanın derinleştiği dönemlerde, ölen kişi hakkında gösterilen tepkiler farklılık gösterebilmekte. Zengin bir bireyin ölümüne karşı gösterilen kayıtsızlık veya politik görüşleri nedeniyle bir kişinin ölümünün hak edildiğine dair yapılan yorumlara belki sizler de denk gelmişsinizdir. Ahlaki ve insani değerler açısından tartışmalı olmanın ötesinde, psikolojik ve sosyolojik süreçlerin bir yansıması olan bu durumu ele almak istedim.


Grup Kimliği ve Sosyal Kimlik Teorisi

Grup Kimliği ve Sosyal Kimlik Teorisi

Sosyal psikolog Henri Tajfel tarafından geliştirilen sosyal kimlik teorisi, bireylerin kendilerini belirli grupların üyesi olarak tanımladığını ve bu grup üyeliğinin bireyin davranışlarını ve algılarını nasıl şekillendirdiğini açıklamaktadır. İnsanlar, kendi gruplarına (iç grup, 'biz') olumlu özellikler atfederken, karşıt gruplara (dış grup, 'onlar') olumsuz nitelikler yükleyebilir. Bu bağlamda, politik veya ekonomik sınıf farkları bireyler arasında düşmanlık yaratabilir.


Bir kişinin belirli bir siyasi partiye oy vermesi veya ekonomik olarak zengin olması, onun "dış grup" olarak algılanmasına neden olabilir. Benden farklı olana karşı bir tepki olarak düşünebiliriz. Eğer kişi karşıt gruba aitse, onun ölümü duyarsızlıkla veya hatta hak edilmiş bir sonuç olarak görülebilir. Bu fenomen, çıkarsamacı ahlak (motivated reasoning) kavramıyla da ilişkilidir; bireyler kendi inançlarını destekleyen bilgileri kabul ederken, çelişen bilgileri görmezden gelir.


Adil Dünya İnancı ve Suçlamaya Eğilim

Melvin Lerner tarafından ortaya konan adil dünya inancı, insanların dünyanın adil bir yer olduğuna inanma eğiliminde olduğunu öne sürer. Bu inanç, bireylerin insanların hak ettiklerini yaşadıklarına dair bir varsayımı benimsemelerine yol açar. Zengin bir bireyin ölümüne karşı "O zaten sistemin kaymağını yiyordu, ölse de olur" gibi bir tepki verilmesi veya belirli bir politik görüşe sahip kişinin ölümü için "Seçimlerinin sonucu" denmesi, bu adil dünya inancının bir yansıması olabilir. Birey, dünya düzeninin adil olduğuna inanarak, bir kişinin kötü bir son yaşamasını onun hatalarının bir sonucu olarak görme eğiliminde olabilir.


Empati Azalması ve Dehumanizasyon

Bir bireyin veya grubun "insan dışılaştırılması" (dehumanization), bireylerin onlara karşı daha az empati duymasına neden olabilir. Dehumanizasyon, savaş zamanlarında düşman askerlerine karşı veya toplumsal çatışmalarda "öteki" olarak görülen bireylere karşı gelişebilir. Örneğin, zengin bireylerin "halkı sömüren elitler" veya belirli bir siyasi görüştekilerin "ülkeye zarar verenler" olarak etiketlenmesi, bu gruplara karşı empati duygusunun azalmasına yol açabilir. Bu durumda, bir bireyin ölümü, sıradan bir insanın ölümü gibi değil, bir "sembolün" ortadan kalkması olarak algılanabilir.


Öfke, Kıskançlık ve Toplumsal Adalet Algısı

Özellikle ekonomik eşitsizliklerin yüksek olduğu toplumlarda, zenginlerin ölümü adaletin sağlandığı bir olay olarak görülebilir. Toplum içindeki gelir adaletsizlikleri ve fırsat eşitsizlikleri, bireylerin belirli bir gruba karşı öfke ve kıskançlık duymasına neden olabilir. Bu, sıfır toplamlı düşünme (zero-sum thinking) çerçevesinde değerlendirilebilir; bireyler, zenginlerin refahının kendi mağduriyetlerinin bir sonucu olduğuna inanabilir. Böylece, bir zenginin ölümü bir tür dengeleyici unsur olarak algılanabilir.


Benzer şekilde, belirli bir siyasi görüşe sahip bireylerin ölümü, karşıt görüşteki bireyler tarafından "hak edilmiş" olarak değerlendirilebilir. Bu, siyasi kimliklerin giderek daha fazla kişisel hale gelmesiyle ilgilidir. Aşırı grup bağlılığı (partisan bias), bireylerin politik kimliklerini kişisel kimliklerinin ayrılmaz bir parçası olarak görmelerine neden olabilir. Bu durumda, karşıt görüştekiler yalnızca rakip olarak değil, düşman olarak algılanır.


Medyanın Rolü ve Duygusal Manipülasyon

Medya, toplumda var olan kutuplaşmayı derinleştiren en büyük etkenlerden biridir.

Duygusal manipülasyon, özellikle sosyal medya platformlarında yaygın hale gelmiştir. Algoritmalar, bireylerin mevcut inançlarını pekiştiren içerikleri öne çıkararak, zıt görüştekilere karşı duyarsızlaşmayı artırabilir. Medya, belirli grupları kötüleyerek ve "biz ve onlar" ayrımını körükleyerek, bireylerin belirli bir grubun ölümüne daha az üzülmesine veya sevinmesine neden olabilir.



İnsanileşmeyi Yeniden Kazanmak Umarım Mümkündür...

Ölüm gibi evrensel bir gerçeğin bile Türkiye'de toplumsal kutuplaşmayı arttırır hale gelmesi, bireylerin empati yeteneklerinin aşındığını ve sosyal dinamiklerin giderek daha tehlikeli hale geldiğini göstermektedir. Farklı gruplara ait bireyleri yalnızca politik veya ekonomik kimlikleri üzerinden değerlendirmek yerine, insani yönleriyle görmeyi öğrenmemiz gerek.


  • Medya Okuryazarlığı Geliştirme: Bireyler, sosyal medya ve geleneksel medyanın sunduğu bilgileri eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmelidir.

  • Empati Eğitimi: Eğitim sisteminde ve iş yerlerinde empatiyi teşvik eden programlar uygulanabilir.

  • Kutuplaşmayı Azaltan Diyaloglar: Farklı görüşlerden insanların bir araya gelerek birbirlerini anlamaya yönelik diyalog kurmaları teşvik edilmelidir.


Daha birlik içinde ve bilinçli bir toplum yaratmak için günlük dilde de, eğitim dilinde de, siyasi dilde de insanları yalnızca grup aidiyetleri üzerinden değerlendirmek yerine, onların insanlığını merkeze alan bir yaklaşım benimsemek gerekmektedir.


terapötik destek

Ayrıca, bireyin toplumsal ve aile içinde diyalog kurabilme becerisini geliştirmek, çatışmacı tutumlardan kaçınmasını sağlamak ve empatik dinleme pratiği kazandırmak için terapötik destek sağlanabilir. Bu yaklaşımlar, bireyin aşırı kutuplaşmış düşüncelerden uzaklaşmasını, insanları yalnızca politik veya ekonomik kimlikleriyle değerlendirmek yerine, onların insani yönlerini merkeze alarak daha kapsayıcı ve empatik bir perspektif geliştirmesini destekleyebilir.


Meslektaşlarıma notlar

Terapide toplumsal ayrışmayı önlemek için, bireyin grup kimliğiyle aşırı özdeşleşmesini azaltmaya, empati becerilerini geliştirmeye ve daha geniş bir insanlık perspektifi kazandırmaya odaklanan yöntemler uygulanabilir.


Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) çerçevesinde, bireyin “biz ve onlar” şeklindeki bilişsel çarpıtmalarını fark etmesi ve bu çarpıtmalarla çalışarak bilişsel yeniden yapılandırma teknikleri kullanması sağlanabilir.


Özellikle adil dünya inancına dayalı düşüncelerin gerçekçi olmadığını göstermek için tarihsel örnekler ve gerçek yaşam olayları üzerinden analizler yapmak, bireyin olaylara daha geniş bir perspektiften bakmasını sağlıyor. Bununla birlikte, empati geliştirme çalışmaları, bireyin farklı gruplara yönelik ön yargılarının kırılmasına yardımcı olabilir; duygusal perspektif alma teknikleriyle, bireyin kendini karşıt gruptaki birinin yerine koyması sağlanarak, karşıt görüş veya farklı sosyoekonomik statüye sahip bireylere neden öfke (?) duyduğunu anlamasına yardımcı olabiliyor.


Şema terapi perspektifinden bakıldığında, bireyin geçmişte adaletsizliğe uğrama veya ayrımcılık deneyimlerinin olup olmadığı araştırılarak, öfke ve kutuplaşmış düşüncelerinin kökenine inilebilir; özellikle mağduriyet veya otoriteyle sorun yaşama gibi erken dönem şemaları olan bireylerde, geçmiş deneyimlerin günümüz düşüncelerini nasıl etkilediği üzerinde çalışmak seanslarda bize bir yol haritası sağlıyor.


Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT) ile bireyin politik görüşlerini veya ekonomik statüsünü mutlak kimliğiyle özdeşleştirmesinin onu nasıl kısıtladığını fark etmesi sağlanabilirken, Mindfulness Temelli Bilişsel Terapi (MBCT) ile bireyin, kutuplaşmış düşüncelerle otomatik olarak özdeşleşmemesi ve mevcut anın farkında olarak düşüncelerini sorgulaması teşvik edilebilir.


toplum hümanizm

Bu yazıyı yazarken içimde hem bir psikolog olarak gözlemlediğim toplumsal dinamiklere dair bir sorgulama hem de bir insan olarak hissettiğim üzüntü ve endişe vardı. Ölüm, hepimizin ortak paydasıyken, ona verilen tepkilerin giderek daha fazla grup aidiyetiyle şekillenmesi, empati duygumuzun aşındığını gösteriyor. Bu durum, sadece teorik bir tartışma değil, aynı zamanda insan olmanın özüne dair derin bir mesele.


Adaletin eksikliğine karşı içimde beliren öfkeyi inkâr edemem. İnsanların yalnızca ait oldukları gruplara göre değerlendirildiğini, ölümlerinin bile bir "hak ediş" olarak görülebildiğini görmek, içimde bir sıkışmışlık hissi yaratıyor. Psikolog kimliğimden çok Ecem olarak bu öfkeyi nasıl yönettiğime gelince; önce bu duygunun bana ne söylediğini anlamaya çalışıyorum. Bu duyguyla başa çıkarken, onun beni tüketmesine izin vermek yerine dönüştürmeyi seçiyorum. Öfkemi, anlamaya, anlatmaya ve empatiyi yeniden hatırlatmaya yönlendiriyorum. Biliyorum ki öfke, eğer bilinçli ele alınmazsa insanı katılaştırabilir ve körleştirebilir. O yüzden kendi içimde de bir denge kurmaya çalışıyorum: Hem adaletsizlikleri görmekten kaçınmadan gerçekçi olmak hem de insanları anlamaya dair umudumu kaybetmemek.


Umarım bu yazı, hepimize biraz durup düşünme ve birbirimize yeniden insan gözüyle bakabilme imkânı sunar.

Bu site hizmetlerimiz hakkında bilgi vermek  ve  toplumu bilgilendirmek amacıyla hazırlanmıştır; sağlık hizmeti vermemektedir. Hastalıklarla ilgili, teşhis ve tedavi amaçlı kullanılamaz. Tanı ve tedavilerin mutlaka bir hekim tarafından yapılması gerekmektedir. Site içeriğinin bir şekilde tanı ve tedavi amacıyla kullanımından doğacak sorumluluk ziyaretçiye aittir. 

Sitede yer alan yazıların her türlü yayın hakkı Ayça Can Uz' a aittir. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre yazılı izin alınmadan söz konusu yazıların herhangi bir bölümü veya tamamı iktibas edilemez veya herhangi bir usul ile çoğaltılamaz.

 

GİZLİLİK POLİTİKAMIZ

bottom of page