İFŞALANMAKTAN MI KORKUYORSUN? KORK!
- Klinik Psikolog Ecem Sercan

- 16 Eyl
- 2 dakikada okunur
Son dönemde sosyal medyada, özellikle Instagram üzerinden, kadınların yaşadıkları tacizleri ve tacizcileri ifşa etmeleri dikkat çekiyor. Bu durum toplumsal bir kırılmanın işareti olarak okunabilir. Yıllardır bastırılan, görmezden gelinen ya da dile getirildiğinde "abartı" olarak küçümsenen deneyimler, nihayet görünürlük kazanıyor.
Tacize Dur De!
Taciz, yalnızca bireysel bir sorun değil, aynı zamanda yapısal bir problemdir. Gücün, cinsiyetin, statünün ya da otoritenin kötüye kullanımıyla beslenir.
Psikolojik açıdan sessizlik, çoğu zaman korku, damgalanma, yalnızlaşma ya da adaletsizliğe uğrama ihtimalinden beslenir. Bu nedenle bireyler, yaşadıkları tacizi dile getirmekte zorlanabilirler. Sessizlik kültürü, mağdurların konuşmasını zorlaştırır; çoğu kişi damgalanma, suçlanma ya da yalnız kalma korkusuyla yaşadıklarını saklar. Bu nedenle mağdurların ses çıkarabilmesi, yalnız olmadıklarını hissetmeleri büyük bir adımdır. Toplum olarak tacize sıfır tolerans göstermemiz ve rızanın temel bir ilke olduğunu sürekli vurgulamamız gerekiyor.
Rıza, yalnızca "hayır" demek değil, açık, özgür ve baskıdan uzak bir "evet" demektir.
İfşanın işlevlerinden biri, bireysel yaşantıyı kolektif bir deneyime dönüştürmesidir. Kişiler, başkalarının benzer deneyimlerini duydukça kendi yaşantılarını paylaşmaya cesaret bulur. Bu karşılıklı güçlenme, toplumsal farkındalığı artırır ve sessizliği kırar. Ancak aynı mekanizma, olumsuz yönde de işleyebilir: nasıl ki iyilik, dayanışma ve görünürlük birbirinden güç alarak çoğalıyorsa; öfke, linç kültürü ve yanlış yönlendirmeler de aynı şekilde çoğalabilir.
İfşa, mağdura güç verir, görünürlük sağlar ve başka kişilerin de cesaret bulmasına yol açabilir. Ancak ifşa süreci aynı zamanda yeni bir kırılganlık alanı yaratır. Sosyal medya linç kültürü, haklı öfkeyi hızla ölçüsüz bir şiddete dönüştürebilir. Bir kişiyi bilmeden, delil olmadan, yalnızca söylentiye dayanarak yargılamak ve linç etmek hem adalete hem de ruhsal sağlığa zarar verir. Yanlış ya da kasıtlı iftiralar, gerçek mağdurların sesini de gölgede bırakabilir.
Toplumsal sorumluluk burada devreye giriyor. Bir yandan mağdurları güçlendirmek, tacizin normalleştirilmesine izin vermemek gerekiyor. Diğer yandan da linç ve iftira ihtimaline karşı dikkatli olmak, sürecin sağlıklı ilerlemesini sağlamak şart. Sessizliği kırmak kadar, adaleti korumak da önemlidir.
Sosyal medya ortamında doğruluk teyidi yapılmadan paylaşılan içerikler, bireyleri hızla hedef hâline getirebilir. Toplumsal öfke, haklı gerekçelerle doğsa da ölçüsüz biçimde yönlendirildiğinde yeni mağduriyetler yaratabilir. İftira, yalnızca bireysel yaşamları değil, gerçek mağdurların sesini de gölgeleyen ciddi bir tehlikedir. Bu nedenle, ifşa kültürü desteklenirken linç eğilimine karşı da dikkatli ve eleştirel bir mesafe korunmalıdır.
İyilik ve kötülük, toplumsal ilişkilerde birbirinden beslenen iki farklı dinamik olarak düşünülebilir.
Mağdurların sesini yükseltmesi, dayanışma ve adalet talebini çoğaltırken; ölçüsüz tepkiler, linç kültürü ya da iftiralar da aynı şekilde olumsuz bir ivme yaratabilir. Bu nedenle toplumsal sorumluluk, hem mağdurların güçlenmesine destek olmak hem de adalet mekanizmasını koruyacak dengeli bir yaklaşım geliştirmektir. Ancak bu şekilde, tacize karşı kalıcı ve sağlıklı bir toplumsal dönüşüm mümkün olabilir.



