top of page

Her kadının gebelik ve lohusa deneyimi bilinçli olarak ve bilinçaltında anne olmaya karşı verdiği tepkilerden etkilenir. Bu tepkiler biyolojik, fizyolojik ve psikososyal cevaplardır, kadının yaşına, daha önceki gebelik deneyimlerine, sosyoekonomik düzeyine, ebevenleriyle olan ilişkilerine  ve şu anki gebeliğindeki koşullara göre değişir.

Birçok kadın için gebelik doğal ve eğlenceli bir olaydır. Gebe olduğunu öğrendikleri an çoğunlukla bir heyecan ve memnuniyet, tamamlanmış olduğunu hissetme eşlik eder. Ruhsal olarak kendine döndüğü bu süreç aynı zamanda annelik hissinin  ve içinde büyümekte olan bebekle gelişen bağlamanın ilk adımlarıdır. Gebelik aslen kişiliğin gelişiminin de bir parçasıdır. Kişi duygusal olarak olgunlaşır. Şimdiye kadar uykuda olan kişinin kendi annesiyle olan çatışmaları ve en derinlerde duran tamamlanma ve kendini gerçekleştirme arzusu gebelik döneminde açığa çıkar.  

Gebelik ve anne olmakla  ilgili gerçekçi olmayan beklentiler ve varsayımlar kişide gereksiz kuruntulara ve kaygıya neden olur.

Yeni bebek için hazırlıklar, doğumla birlikte sosyal ilişkilerde ve eş ilişkisinde gerçekleşecek değişiklikler gebeler için görev olarak algılanabilir.

Annenin gebeliğe duygusal cevabı, zorunlu hayat tarzı değişiklikleri, hastaneye yatış, yatak istirihatı veya bebeğin gelişiminin sık takibinin gerekmesi gibi tıbbi risklerin olduğu durumlarda olumsuz etkilenebilir. Bazı kişilerde bu durumlar kişinin özgürlüğünün elinden alınması olarak hissedilebilir ve gelişmekte olan bebeğe karşı istemsiz olarak  içten içe büyüyen bir kızgınlığı da doğurabilir. Hayat tarzı değişikliklerinde, özellikle kariyerinden vazgeçmek ya da kariyerine ara vermek zorunda kalan kadınlar, anne yeni rolüne alışmanın yanında hayatının bir yönünün kaybıyla da baş etmek zorunda kalır.  Psikososyal destek sistemleri, hayatının her alanında olan bu rol değişikliklerine annenin uyumu açısından major bir rol oynar. Maddi sıkıntılar, destek sistemlerinin zayıf olması ve negatif yaşam olayları gebelik sırasında depresyon ihtimalini iki kat arttırır.

Eve gelen yeni bebek ile ebeveynlerde olan fizyolojik ve davranışsal değişiklikler nelerdir?

Ebeveyn olmak demek sizi yeteri kadar bakım verebildiğininiz duygu ve davranışlara hazırlayan nörohormanal bir süreçtir. Gebelik ve doğum anne beyninde motivasyon, bebeğe yönelmiş dikkat ve  fiziksel ve duygusal olarak doyurma  ile ilişkili alanlarda belirgin değişikliklerle ilişkilidir. Bebeğin  gereksinimlerine uygun cevap veren, güvenli bağlanan annelerde, bebeğin herhangi bir uyaranı varlığında, beyinlerinin fonksiyonel MR incelemesinde amigdala ve akkumbens çekirdeğinde uyumlu aktivasyon olduğu saptanmıştır.

Amigdala motivasyonel ve duygusal yanıttan sorumluyken, akkumbens çekirdeği  empati ve sosyal idraktan sorumludur. Sosyal idrak ve duygu devresi ebeveynlerin bebeğin sözel olmayan işaretlerini okuyabilmesini ve bu uyarana uygun senkronize ebeveynlik yanıtını /bakım verebilmesini sağlar.  Bu devrenin aktivasyonu doğum ve emzirmeyi  başlatan hormon olan oksitosin ile ilişkilidir. Oksitosin özellikle anne ve çocuk arasındaki bağlanma davranışı, erken sosyalizasyon ve güven duygusu ile ilişkilidir.

Babaların da bebeğin gereksinimlerine uygun fizyolojik ve davranışsal yanıtlar verdiği ve anne ile senkronize olduğu bulunmuştur. Ancak bu uyarana uygun cevap yanıtının annelerdekine eş şekilde babalarda oluşması doğum sonrası 6. ayı bulur. 6 aylık bebeklerin anne babalarında bebeğin herhangi bir uyaranında uygun cevap verme paterni ile  kandaki oksitosin düzeyleri hem ilişkili hem karşılıklı etkileşim içinde bulunmuştur. Yani bebeğin uyaranlarına maruz kalıp, bebeklekle empati kurup, uygun davranışta bulunmaya çalıştıkça oksitosin düzeyleri de artmaktadır. Akkumbens çekirdeği aynı zamanda dopamin ile ilişkili ödül merkezidir. Ödül yoluyla ebeveynlik öğrenilir bir davranış haline gelir. Babalardaki bağlanmanın bu yolla geliştiği düşünülmektedir. Ebeveyneler arasında bebeğin gereksinimlerine uygun senkronizasyonun olmasının aile birliğinin oluşmasında önemli olduğu düşünülmektedir.

Vazopressin erkeklerde sosyal davranıştan ve başka erkeklere gösterilen saldırgan davranıştan sorumlu tutulmaktadır. Doğumun gerçekleşmesi ile birlikte annelerde artan oksitosine paralel olarak babalarda vazopressin hormonu salıgılanır. Yapılan çalışmalarda annelerin beyinlerinde Vazopressin ile ilişkili  insula ve frontal kortek bölgelerinde aktivasyon  gözlenmezken, insanlardaki sosyal bağlanma, empati  kurma,  planlama ve organize etme fonksiyonlarından sorumlu bu bölgelerde babalarda aktivasyon saptanmıştır.  Prefrontal kortekste vazopressine duyarlı algaçların sayıca arttığı saptanmıştır. Vazopressinin babalıkta artan koruma içgüdüsünden sorumlu olduğu düşünülmektedir. Aynı zamanda gebelik sırasında ve doğumdan sonra babalarda prolaktin hormonunun da arttığı gösterilmiştir.

Ebeveynlerdeki fizyolojik ve davranışsal değişiklikler
Doğum Korkusu / Tokofobi

Gebelikte Gözlenen değişiklikler ve Ruh Sağlığı

1. İlk Trimester (Hamileliğin ilk 3 ayı)

Hamileliğin ilk üç ayı genelde kendisini daha çok fiziksel değişimlerle belli eder; geciken adet dönemi, pozitif çıkan hamilelik testi, yorgunluk, mide bulantısı ve diğerleri... Duygusal durum ise genelde çok büyük bir değişiklik göstermez. Hamilelikte önemli rol oynayan başlıca iki hormon östrojen ve projesterondur. Kadının ruh hali bu hormonlara bağlı olarak büyük sevinç ve üzüntü halleri arasında gidip gelebilir. Hamilelik planlı bir şekilde gerçekleştirilmiş ve çift uzun zamandır bu anı bekliyor olsalar bile anne adayının her şeye rağmen zamanlamanın doğru olup olmadığına dair kararsız kaldığı zamanlar olabilir. Tabii her şeyin yolunda gidip gitmeyeceğine dair endişeler de hamilelik döneminde en yoğun yaşanan sıkıntılardandır. Tüm gebeliklerin sadece %20’sinde düşük gerçekleşir ve bunların çok büyük bir kısmı ilk haftalardadır. Dolayısıyla bu kaygıların hiç olmadığı bir aralıkta yani kadının gebe kaldığını anlamadığı ilk ay içinde normal menstrüel kanama zannederek düşük gerçekleşir. Bu dönemdeki düşüğün en sık nedeni genetik anormalliklerdir, sizin yaptığınız ya da yapmadığınız herhangi birşeyle ilgili değildir, düşük zaten yaşamla bağdaşmayan bir durumun kaçınılmaz sonucudur.

Yaklaşık 6-8 haftalarda bebeğin ilk kalp atışlarını duyan anne, şimdiye kadar gerçekliğini tam olarak kavrayamadığı gerçekten içinde bir bebek olduğu fikrine inanır ve bebeğin kaybına yönelik endişeleri daha yoğun olarak hissetmeye başlar. Ancak bu dönemden sonra bir düşük ihtimali sadece %5’tir. Daha önce düşük hikayesi olanlarda bile yoğun şekilde bir daha kayıp yaşayacağı endişeleri yersizdir, tekrar düşük ihtimali %3’ten düşüktür.

 

 

2. İkinci Trimester (Hamileliğin 3-6. ayları)

İkinci üç ay çoğunlukla en sakin dönemdir. Bu dönemde mide bulantısı gibi fiziksel sıkıntılar da kaybolur. İkinci üç ayın en önemli özelliği artık bebeğin hareketlerinin hissediliyor olmasıdır. Bebeğinin hareketlerini hissetmek anne adayı için eşsiz bir tecrübedir. Artık bebeğini gerçek bir kişi olarak kabul eder ve gelecek ile ilgili hayaller kurmaya başlar. Çoğu kadın hamile kıyafetleri giymeye bu dönemde başlar. Hamilelik, doğum ve bebeklerle daha çok ilgilenme, hamilelik seminerlerine katılma, bu konularla ilgili kitaplar alma yine bu dönemde yaşanır.

Anne için sakin geçen ikinci üç ay kimi babalar için zorlayıcı olur. Erkeklerin %90’ında eşinin gebeliğiyle bağlantılı duygusal katılım gözlenir. Çoğunlukla erkeklerin duygu dışa vurumu kısıtlı olduğundan, bu değişim babaların %35’inde kaygı ve korkunun açığa çıkması şeklinde gözlenirken,  %85’inde cinsel alışkanlıklarda değişim olarak gözlenir. Bazı babalarda hiperaktiflik ve agresiflik ile  spor kazaları, kavgalar, artan alkol kullanımı görülebilir.

 

Nadiren eşleri gebe kalan bazı erkeklerde Couvade Sendromu adı verilen kısa bir süre sonra gebelikte yaşanan değişikliklere benzer şikayetler  yaşanabilir. Bu şikayetler arasında ishal, kabızlık,  iştahta değişme, kilo alma, kokuya hassasiyet, sırt ağrıları, bacak krampları, halsizlik, uyku yakınmaları, sık idrara çıkma ve diş ağrısı yer alır. Şikayetler  gebeliğin ilk üç ayının sonunda başlayıp, ikinci üç ayında artarak doğum gerçekleşene kadar sürer ve sonlanır. Bazı babaların doğumun getirdiği kaygıyla çeşitli bahanelerle doğumun olacağı gün ortadan kaybolduğu ve birkaç gün sonra ortaya çıktığı bile olur. Her on erkekten ikisinde görülür.  Couvade Sendromu yaşayan babalarda şikayetler kendi ebevenleriyle olan ilişki sorunları, ebeveynlik konusundaki yetersiz bilgilenme ve  kaygıdan  kaynaklanır. Gebelik süreci, doğum ve bebeğe bakım hakkında yeterince donanımlı olan babalarda bu kaygılar çok azalır.

3. Üçüncü Trimester (Hamileliğin 6-9. ayları)

Hamileliğin son haftalarına giren anne adayının psikolojik sıkıntı ve korkuları, fiziksel sıkıntılarının da yoğunlaşmasıyla birlikte iyice artar. Rahat bir pozisyon bulamadığı için uykusuz kalır. Büyüyen rahmi nedeniyle mide şikayetleri yaşayabilir. Ağırlaşan vücut ağırlığı ile bel ağrıları ve hareket kısıtlılığı olabilir. Kilosu kendisini çirkin bulmasına yol açabilir. Ve eşinin onu artık hiç çekici bulmadığına inanır. Erkekler bu duruma olan eşlerine bu hislerinin yersiz olduğunu anlatmak amacıyla ilgi göstermelidir. Hamileliğin yaklaşık 8. ayında annelerin %95’i, babaların %80’i bebeklerinin başına kötü birşey gelebileceği endişesi yaşar .  Hamilelikte depresyon riskinin en fazla 32 gebelik haftasında olduğu ve riskin doğum sonrasında sekizinci ayda en düşük düzeye indiği saptanmıştır. Gebelerin yaklaşık % 70'inde depresyonun belirtileri  görülmektedir. Ancak bunların %10-16'sında klinik Depresyon bulunmaktadır. Gebeliğin ilk zamanlarında  kaygılı olma ile doğum sonrası üçüncü aya kadar depresyon saptanması arasında dikkati çeken bir ilişki bulunmuştur.

Gebelikte Beden Algısı

Beden algısı, bireyin bedeninin gerçekte nasıl olduğu, nasıl olmasını hayal ettiği ve bu isteğe bağlı olarak bedenini değiştirme çabaları ile birlikte yaşanan olumlu ve olumsuz deneyimlerin birleşiminden oluşmaktadır. Gebelik, doyum, neşe, olgunluk, mutluluk ve kendini gerçekleştirme kaynağı olarak kabul edildiği gibi; endişe, duygusal yüklenme ve kaygılı bekleyiş de yaratabilir. Gebeliğe uyum süreci her kadının geçmiş yaşam deneyimlerine göre farklılık gösterir (her trimesterda gebelikte gözlenen ruhsal değişiklikler için..). Anne karnında bebeğin varlığı, gebeliğe özgü fizyolojik değişiklikler, aile ve sosyal yaşamda meydana gelen farklılıklar, bu süreçteki psikososyal tepki ve beden algılarının kaynağını oluşturur. 

Gebelikte beden algısı hakkında daha fazla okumak için...

Doğum Korkusu (Tokophobia)

Kadınların çoğunda bulunan doğum korkusu bazen aşırı düzeye ulaşabilir ve bu durum "tokofobi" olarak adlandırılır. Tokofobi, mantıksız ve aşırı doğum korkusunu ifade eder. Tokofobi, kadınların yaklaşık %15'inde görülür. İki türü vardır: birincil tokofobi, doğumun bilinmezliği ve ağrısı nedeniyle ilk gebelikte ortaya çıkar, ikincil tokofobi ise olumsuz doğum deneyimlerinin ardından gelişebilir. Doğumla ilgili olumsuz deneyimler ve travmalar, doğum korkusu riskini artırır.

Tokofobi riski, bireyin kontrol kaybı endişesi, doğum ortamı ile ilgili sıkıntılar, sosyal destek eksikliği, düşük ağrı toleransı gibi faktörlere bağlı olarak artabilir. Ayrıca, yaralanma korkusu, ölüm korkusu ve kontrol kaybı endişesi gibi psikolojik nedenler de etkileyebilir.

Sürekli anksiyetesi olan kişilerde doğum korkusu riski daha yüksektir ve bu risk, hiç doğum yapmamış kadınlarda daha belirgindir. Ayrıca, agorafobi, hayvan korkusu, kan korkusu ve travma sonrası stres bozukluğu, tokofobi ile ilişkilendirilebilir. Tokofobi, düşük özsaygıya sahip, memnuniyetsiz ilişkilere sahip veya işlevsiz bağlanma stillerine sahip kadınlarda daha yaygındır.

Orta düzeyde tokofobi, doğum yapmamış kadınlarda daha sık görülürken, şiddetli tokofobi deneyimli kadınlarda daha yaygındır. Olumsuz doğum geçmişi olan bir kadının sonraki gebeliklerinde tokofobi riski daha yüksektir.

Doğum korkusunu tedavi seçenekleri arasında doğum öncesi eğitimler, hipnoz, yoga ve egzersiz gibi yöntemler etkili olabilir. İleri vakalarda bilişsel terapi gerekebilir. Unutmayın ki doğum korkusu, doğum sürecini olumsuz etkileyebilir ve elektif sezaryen gibi tıbbi nedenleri tetikleyebilir.

Doğum korkusu ile doğum sonrası korkuyla ilişkili değildir, ikisini birbirinden ayırmak önemlidir.

 

Doğumdan korkuyor ve nedenini bilmiyor musunuz? 

- Tahmin edilemeyeni bilememe ve plan yapamama korkusu
- Bebeğe zarar verme korkusu
- Acıyla baş edememe korkusu
- Doğum sırasında ve doğum sonrasında kendine zarar verme korkusu
- "İşinin bitmesinden" duyulan korku
- Karar vermede söz sahibi olamama korkusu
- Terk edilme ve yalnız kalma korkusu
- Doğum yapma yeteneğine dair korku
- Kontrol kaybı korkusu

Doğum korkusunun kökeni muhtemelen birçok faktörün etkisi altındadır ve spesifik korkuların yanı sıra genel kaygı eğilimi ile de ilişkilendirilebilir.

Hamile kadınların önemli bir bölümü doğumdan çekinirken, azınlıkta bir bölüm ise şiddetli doğum korkusu yaşamaktadır.  Şu ana kadar şiddetli doğum korkusunun kesin bir tanımı henüz netleşmemiş olsa da, bu tür korkuya sahip kadınların kendileri ve bebeklerinin sağlığı ve doğum süreci konusunda endişeli olduklarını gözlemlemekteyiz.

Ebeler, hemşireler, jinekologlar ve terapistler gibi sağlık profesyonellerinin sağladığı destek olumlu bir kısımda yer almaktadır. Hangi tedavilerin bireyler için en etkili ve uygun olduğunu belirlemek için multidisipliner tedavi ve öngörüler hakkında bir anemnez almaya ihtiyaç vardır.

Doğum korkusu yaşayanlar tüm gebelik süreci hakkında ve doğum hakkında doğru bilgiler edinmeye başlayarak yola çıkabilirsiniz. Korku birçok defa hayatımızdaki bilinmezlikler nedeniyle yaşadığımız bir duygudur. Bu konuda doktorunuza danışabilir, alanında profesyonel kişilerden destek alabilirsiniz.

 

1.trimesterda gözlenen değişikler ve ruh sağlığı
2.trimesterda gözlenen değişikler ve ruh sağlığı
3.trimesterda gözlenen değişikler ve ruh sağlığı
Gebelikte Beden Algısı
Couvade Senromu
Gebelikte OKB
Gebelikte Depresyon

 

Couvade Sendromu

Hamilelik, sadece annelerin yaşadığı fizyolojik ve psikolojik bir süreç gibi düşünülür ancak baba adayları da benzer belirtiler yaşayabilir. Gebelik kadın için olduğu kadar erkek için de farklı bir deneyimdir. Aynı zamanda babalık rolünün ortaya çıkmaya başladığı geçiş dönemidir. Bunun sonucunda gebelik boyunca baba adaylarının da fiziksel ve psikolojik bakım ihtiyaçları olabilir.

Couvade (Kuvat olarak okunur) sendromu,  ilk kez 1965 yılında tanımlanmıştır. Bu sendromda, baba adayları hamile olan eşleriyle aynı şikayetleri yaşar.

 

Baba Adaylarında gözlenen belirtiler: 

  • Kilo Alımı: Couvade sendromu yaşayan baba adayları, eşleriyle birlikte kilo alabilirler.

  • Ruhsal Değişimler: Hamilelik sürecinde baba adayları, ruhsal olarak da değişiklikler yaşayabilirler. Couvade sendromu yaşayan erkeklerin %91,78'inde gebelikle bağlantılı duygusal bir etkilenme bildirilmiştir. Bu duygudurum dalgalanmaları, kaygı ve stres gibi belirtileri içerebilir. Yapılab bir çalışmada etkiolenen erkeklerin  %87,67'sinde cinsel alışkanlıklarda değişiklik, %36,98'inde korku ve endişe ve %47,94'ünde merak içinde olmayı tariflemiştir.

  • Karında Gerginlik ve Gaz Şikayetleri: Bazı baba adayları, karın ağrısı, gerginlik ve gaz sorunları gibi gastrointestinal şikayetler yaşayabilirler.

  • Doğum Ağrısı Empatisi: Birçoğu, eşi doğum ağrısı çekiyor gibi hissedebilir ve hatta doğum sonrası depresyon yaşayabilirler.

 

Diğer Couvade sendromu belirtileri ise şunlar olabilir:

  • Yorgunluk

  • Baş dönmesi

  • Bulantı ve kusma

  • Kabızlık, ishal

  • Karın ağrısı

  • Bacak krampları

  • Şiddetli açlık hissi

  • Aşerme

  • Ödem

  • Cinsel istekte azalma

  • Diş ağrısı, başağrısı ve diğer vücut ağrıları

Couvade sendromunun nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, bu sendromun psikolojik kökenli olduğu ve cinsiyet rollerin daha esnek olduğu ilişkilerde veya kadının baskın olduğu ilişkilerde daha sık görüldüğü düşünülmektedir.. Diğer bir teoride ise, hamile kadınla birlikte yaşayan erkeklerde bazı hormonal değişiklikler olduğunu ileri sürülmektedir. Bu hormonal değişiklikler, kadınlık hormonlarında artış, erkeklik hormonlarında göreceli azalma, prolaktin ve kortizon düzeyinde farklılıkları içerebilir. 

Couvade sendromu, genellikle gebeliğin 3. ayında başlar, 4., 5. ve 6. aylarda hafifler veya kaybolur, ancak son 3 ayda tekrar şiddetlenebilir. Şikayetler, bebeğin doğumu ile birlikte tamamen geçer. Bu sendrom, infertilite (kısırlık) tedavisi sonucu gebelik yaşayan çiftlerde daha sık görülebilir. Ayrıca, endüstriyel toplumlarda daha fazla rastlandığına dair bulgular da vardır.  Avustralya'da yapılan bir çalışmada erkeklerin yüzde 31'inde Couvade sendromu görüldüğü ortaya çıkmıştır, İngiltere'deki çalışmada ise bu oran yüzde 25 olarak belirtilmiştir. Asya ülkeleri olan Tayland ve Çin'de oranların %60'lara çıkması dikkat çekicidir. Kültürel bir parçasının da olduğunu düşündürebilir. 

Couvade sendromu, baba adaylarının iş performansını da etkileyebilir, bu nedenle erken müdahale ve destek önemlidir. Psikolojik destek sağlanabilir ve gerektiğinde ilaç tedavisi düşünülebilir.

Gebelikte Depresyon

Hamilelik sevincin yanında stres dolu bir dönem olabilir. Araştırmalar, hamile kadınların yaklaşık %7'sinin hamilelik sırasında depresyon yaşadığını göstermektedir. Düşük ve orta gelirli ülkelerde bu oran daha yüksek olabilir.

Depresyon, toplum genelinde de en yaygın görülen duygudurum bozukluğudur. Bu durum kadınlarda erkeklerden iki kat daha sık görülür ve depresyonun ilk başlangıcı kadının üreme çağında zirve yapar.

Gebelikte OKB

Postpartum OKB’nun belirtileri nelerdir?

Obsesyonlar; Annenin ya da babanın bebeğiyle ilgili zihnine girmesine engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı düşünce, fikir ve dürtülerdir. Kişinin isteği dışında gelirler, kişi tarafından mantık dışı olarak değerlendirilirler ve yoğun sıkıntı ve huzursuzluğa yani anksiyeteye neden olurlar.​

  • Bebeğini bıçakladığı ya da boğduğuna dair dehşete düşürücü ve zorlayıcı düşünceler​

  • Bebeğini fırlattığı veya yüksekten düşürdüğüne dair görüntüler​

  • Bebeğini cinsel taciz ettiğine dair rahatsız edici düşünceler​

  • Dikkatsizlik ile bebeğine istemeden zarar verme korkusu​

  • Bilmeden ve istemeden yedikleri (hormonlu, kimyasal ya da genetiği oynanmış), kullandığı ilaçlar, kullandığı gereçler ve çevresel faktörler (toksik plastik, boya, koku vs), gibi etkenler ile bebeğine zarar vereceğine dair istenmeyen düşünceler​

  • Hastalık bulaşmasına vesile olacağı ya da engel olamayacağına dair korkular​

  • Bebeğinde ciddi hastalıklara veya ölüme neden olacağınından korktuğu konularla ilgili yanlış karar vermekten korkma (aşılama, ek gıda seçimi, antidepresan kullanımı vb)​

  • Bebeğinin uykuda ölebileceğine dair fikirler​

  • Bebeğini fırına koyduğuna dair düşünceler​

  • Bebeğinin ölmüş haldeki görüntüleri​

  • Bebeğini sarsma dürtüleri​

  • Bebeğinin fontaneline (bıngıldak) bastırdığına dair düşünceler​

  • Bebeğini yıkarken suda boğulacağına dair korkular

​​

Kompulsiyonlar; Obsesyonların neden olduğu yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu azaltmak ya da ortadan kaldırmak üzere yapılan yineleyici davranış ve zihinsel eylemlerdir.​

  • Evdeki bıçak, makas ve tüm kesici/delici aletleri bir yere saklamak ya da evden atmak​

  • Bebeğe herhangi bir şekilde zarar vereceğinden korktuğu için evde yalnız kalmayı istememek, her saniye yanında birisini istemek​

  • Bebeği cinsel olarak taciz etmekten korktuğu için bezlerini değiştirmemek ya da odada yalnız kalmayı istememek​

  • Kaza ile zehirleyeceğinden korktuğu için bebeğini beslememek​

  • Herhangi bir şekilde bebeğine zarar vereceğinden korktuğu için bebeğiyle ilgili bakımı tamamen başkalarına bırakmak​

  • Tekrar tekrar çevresindekilerden bebeğine zarar vermediği ya da yanlış karar almadığı konularında güvence alabilmek için soru sormak​

  • Doktorunun uyarmamasına rağmen belli gıdalardan, ilaçlardan ve normal günlük aktivitelerden bebeğe zarar vereceğinden ötürü kaçınmak​

  • Bebeği ile birlikteyken cinsel olarak uyarılıp uyarılmadığını devamlı kontrol etmek​

  • Çocuk cinayetleri veya tacizleri ile ilgili gazete ve televizyon haberlerini izlememek​

  • Bebeği uyurken devamlı ve aşırı sıklıkta nefes alıp almadığını veya başka bir olumsuz durumun varlığını kontrol etmek​

  • Bebekle ilgili yapılan şeyleri gün içinde tekrar tekrar ve aşırı sıklıkta kontrol etmek​

  • Bebeğe ait malzemeleri defalarca ya da belirli bir sayıda tekrar yıkamak​

  • Bebeğe hastalık bulaşmasından korkarak eve giren herşeyi yıkanmayacak nitelikte de olsa yıkamak​

  • Günboyu bebekle ilgili yapılan her eylemi ayrıca gün sonunda gözden geçirip zararlı birşeyin yapılmadığına dair emin olmaya çalışmak​

  • Bebeğe karşı aşırı korumacı olmak​

Bebeğe iyi bakamama, ya da kendisi zarar verecekmiş gibi düşüncelere kapılan anne yoğun suçluluk ve yetersizlik hisseder. Çoğu zaman bu düşünce kendilerine de çok yabancı gelir, utanırlar ve bebek için tehlikeli bulunmaktan veya deli gibi görülmekten korktuklarından dolayı aile bireylerine anlatamazlar. Anlatsalar dahi “olur mu öyle şey, zarar vermezsin, alışacaksın” gibi basmakalıp sözler duyarlar. Aile bireylerinden arkadaşlarına kadar herkes anne olmaktan dolayı mutlu hissetmesi gerektiğini beklediğinden normalde OKB’nin hayatı bozucu etkisi bu dönemde çok daha tahriphar olur. Anneyi tükenmiş ve kahrolmuş bir hale sokabilir. Yavaş yavaş anne içe kapanır, bebeğe verebileceği zararı önlemek için çocukla yalnız kalmamaya, uzaklaşmaya başlar. Olası tehlikeler ve zarar vermekle ilgili aşırı zihinsel uğraş nedeniyle anne ya da babalar hayatlarının en özel bu zamanından keyif alamaz hale gelirler. Hayal kurdukları gibi bir ebeveyn olamadıkları veya olamayacakları için ve bu zamanı kaçırdıklarından dolayı hem suçluluk hem hayal kırıklığı hissederler.​

Risk Faktörleri nedir?

Ailesinde veya kendisinde daha önceden geçirilmiş Anksiyete Bozukluğu veya OKB hikayesi olması postpartum OKB riskini arttırır.

Ne sıklıkta görülür?

Hamilelik ve doğum OKB’u başlatan ana sebeplerden biridir. Araştırmalarda OKB’li kadınların yaklaşık %20-40’ı hastalıklarının doğum sonrası başladığını bildirmişlerdir. Tanı ölçütlerini karşılamayacak şiddetteki obsesif kompulsif belirtiler, gebe kadınların %10-25’ini etkilemektedir. Bazı araştırmalara göre de postpartum depresyonu olan yeni annelerin %30-50’sinde aynı zamanda postpartum OKB de bulunmaktadır. OKB sıklıkla ilk çocuğun doğumundan sonra başlar. Yavaş ve sinsi başlayan OKB’nin tersine postpartum başlangıçlı OKB genellikle doğumdan sonraki birkaç hafta içinde aniden yoğun bir sıkıntı ile başlar. Gebelik öncesinde de OKB tanısı olan hastalarda postpartum dönemde belirtilerin %34 arttığı bildirilmiştir.

 

Postpartum OKB neden görülür?

Kadınlarda doğum sırasında salınan ve doğumu başlatan hormon olan oksitosin düzeylerindeki artışın ve doğum ile bir anda düşen steroidler, östrojen ve progesteron düzeylerininin, serotonin adı verilen beyin kimyasalının çalışmasında bozukluğa yol açtığı düşünülmektedir.

Ancak biyokimyasal açıklama niye her doğum yapan kadında bu fizyolojik değişikliklere cevaben OKB gözlenmediğini veya postpartum dönemde babalarda da neden OKB görülebildiğini açıklamaz. Biyolojik nedenlerin dışında bilişsel süreçlerin de OKB’un oluşumunda rol oynadığı düşünülmektedir.

Araştırmalar yeni doğum yapan annelerin %80’inde OKB belirtileri gözlenmeksizin hoşa gitmeyen, kabul edilmez, mantıksız düşüncelerin yaşantılanabildiğini göstermektedir. Benzer şekilde araştırmalara göre yeni babaların 3’te 2’sinde de yenidoğanla ilgili istenmeyen korkutucu düşünceler gözlenir. Yani çoğu yeni ebeveynin aklına postpartum OKB belirtileri yaşayan ebeveynlere benzer şekilde çocuklarıyla ilgili negatif düşünceler gelebilir.

OKB’un geliştiği bireyler sağlıklı bireylerden farklı olarak bu düşüncelerin bir kere bile akla gelmesini kabul edilemez bulup aşırı suçluluk hissederler. Çocuklarına karşı sevgilerini, ebeveynliğe hazır olup olmadıklarını sorgularken suçluluk hisleri giderek artar. “Bir daha asla düşünmemem lazım” düşüncesinin kendisi zaten düşünceyi düşünmek olduğundan tekrar tekrar aynı negatif düşünceye maruz kalırlar. Düşüncelerin gelmesini engelleyemedikleri ya da geldiklerinde rahatsız edici düşünceleri uzaklaştıramadıkları için, kontrolün ellerinden gittiğini düşünürler. “Kontrolsüz isem o zaman düşüncelerin de esiri olabilirim” diye düşünerek bu düşünceleri gerçekten uygulamaktan korkarlar. Ve suçluluk duyguları kısır döngüde daha da artar. Kaygı düşünceleri, düşünceler kaygıyı besleyerek devam eder. Döngüyü kırmak için yapılan kompülsiyonlar, maalesef işin gerçekliğine katkıda bulunur ve kaygıyı beklenenin aksine daha da çok arttırır.

Ayrıca tüm hamilelik boyunca diyet, ilaç, aktivite gibi birçok konuda dikkatli olmaları yönünde hem doktorundan hem de çevresinden geri bildirim alan anneler, yaptıkları herşeyin bebeklerinin sağlığını etkileyebileceği, kısa ve uzun dönemde olumlu olumsuz sonuçlarını olabileceği ile ilgili alt mesaj alırlar. Dolayısıyla anneler çocuklarını koruyabilmek ve henüz doğmamış çocuğuna bile seçimlerinin etkileri ile ilgili kaygılı olurlar. Zaten hamilelik boyunca yaşanan biyokimyasal ve fizyolojik değişiklikler, fiziksel değişim ve yeni bir role geçiş de stresi arttır.​

Nasıl tedavi edilir?

Postpartum başlangıçlı OKB’nin tedavisinde de, tıpkı hayatın diğer dönemlerinde izlenen OKB’nin tedavisi gibi en etkili yöntem serotonin dengesini düzenleyen (SSRI) ilaçlar ile birlikte Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) uygulanmasıdır. Ancak emzirme döneminde alınan her ilaç belli miktarlarda anne sütüne geçer.  Bu nedenle ilaç tedavileri etkili olmalarına rağmen emzirme döneminde ilk tercih olarak düşünülmezler. Annenin OKB nedenli etkilenme düzeyi, kendisine ve bebeğine bakabilme yetisinin hastalık nedenli etkilenip etkilenmediği (bazı anneler maalesef OKB nedenli bebkleriyle yalnız kalamaz hale gelir) ve bağlanmaları değerlendirilerek doktoru o ve bebeği için en uygun tedaviyi ilaçlı ya da ilaçsız düzenleyecektir. 

Terapide hastaların bebekleriyle ilgili kaygılı düşünceleri ve bunlara karşılık yaptıkları önlem alıcı davranışları belirlenir. En az kaygı duyduğu durumdan en şiddetlisine doğru bir hiyerarşik sıralama yapılır ve aşama aşama ebeveyn kaçındığı durumlara (pencereleri açmak, altını değiştirmek, banyosunu yaptırmak, yavaş yavaş kesici aletlerle temasının sağlanması, evde bebekle yalnız kalma sürelerinin arttırılması gibi) maruz bırakılır. Hasta basitleri yapabilir hale geldikçe zorlarına geçerek bütün korkulan durumlar bitinceye dek alıştırmalar sürdürülür. Her deneyim seansta terapistle birlikte yeniden ele alınır ve değerlendirilir. Danışan bu deneyleri yaptıkça kendine güveni artmaya başlar ve düşüncelerin mantıksızlığının daha iyi farkına varmaya başlar. Hastalık olarak kabul ettikçe de, istemsiz gelen düşünceler gücünü kaybetmeye başlar.

Anne ve çocuk bağı yeniden kurulur. Annelik rolü desteklenir. Anneliğin öğrenilen bir meslek olduğu, işverenin bebek olduğu ve her bebeğe göre kuralların değişebileceği, bebek için en iyisini süreç içinde kendisinin zaman içinde öğreneceği konularında rahatlatılır. OKB tanılı hastaların ritüellerine çoğu zaman aile üyelerini de dahil ettiği görülmektedir. Eğer anne bebekle yalnız kalmak istemediği için eve yerleşen aile büyüğü varsa ya da eşi çalışmayı bırakmışsa, aileye destek ve eğitim verilerek bu ve aile tarafından devam ettirilen diğer kaçınmalar engellenir.

Bilişsel Davranışçı Terapi dışında Manyetik uyarım tedavisi gibi bazı yeni yöntemler, emzirmeye engel olmamaları sebebiyle denenebilir. Özellikle hafif ve orta şiddette OKB hastalarında ilk tercihin BDT olması gerektiği bildirilmiştir. OKB hastalarının %75-85’i BDT’ye cevap vermekte, tedaviyle beraber belirti şiddeti %50-60 oranında azalmaktadır. Birçok çalışmada, BDT tek başına uygulandığında dahi uzun dönem sonuçlarının oldukça iyi olduğu bildirilmiştir. Özellikle bebeğini emzirmeyi düşünen, farmakoterapi (ilaç tedavisini) istemeyen kadınlar için daha uygun bir tedavi seçeneği olabilir.

BDT’den yarar görmeyen, uyum sağlayamayan, ısrarlı şekilde ilaç tedavisi isteyen, şiddetli obsesif kompulsif belirti ve anksiyete / psikomotor huzursuzluğu olan, şiddetli depresyonun veya ciddi sosyal işlevsellik kaybın eşlik ettiği olgularda ilk tercih olarak farmakoterapinin daha uygun olacağı söylenebilir. Gebelik sırasında kullanılan hiçbir ilacın tam güvenilir olmadığı açıktır. Söz konusu bebekler olduğunda herhangi bir ilaç ile ilgili projektif karşılaştırmalı bir çalışma yapmak etik değildir. Ancak çeşitli nedenlerden dolayı kullanan emziren annelerin ve bebeklerinin uzun süreli klinik izlemleri ve ilaç serum düzeylerinin ölçümleri sayesinde gebelik ve emzirme döneminde kullanılabilecek ilaçlar risklerine göre 5 sınıfta sınıflandırılmıştır (A,B,C, D ve X sınıfı ilaçlar). Fakat annenin tedavi almadığında stres sebebiyle sütünün kesilmesi ya da kalitesizleşmesi, bebeğe hastalık sebebiyle iyi bakım verememesi, anne-çocuk bağlanmasının kurulamaması gibi sorunlar, anne sütü alamamaktan daha ciddi problemlere neden olabilir. Emziren annelerde kar zarar analizi yapılarak ilaçlar kullanılabilir. Bu sebeple ilaç kullanılacaksa da mümkün olan en düşük ve yeterli etkinlikteki dozlarda, yeterli sürede kullanılmalıdır.

Eğer tedavi edilmezse annenin bebeğiyle ilgilenme kabiliyetini olumsuz yönde etkileyerek anne-bebek bağlanmasını engellerken, annede postpartum depresyona da neden olabilir. Aynı zamanda annenin eşinden hem yalnız bırakılmamak ile ilgili hem de kompulsiyonları aynen devam ettirmesiyle ilgili aşırı beklentileri nedeniyle eş ilişkisini de bozar.

Gebelikte İlaç Kullanılabilir mi?

Daha önce psikiyatrik rahatsızlıklar yaşamış olan kadınlar, gebelik sırasında herhangi bir tekrarlamanın veya alevlenmenin olup olmayacağını danışmak için hamilelik öncesinde  danışmak için gelirler. Ancak sıklıkla gözlenen, kadınlar psikiyatrik bozuklukları için ilaç tedavisi alırken beklenmedik planlanmayan bir gebelik olmasıdır. Meslek hayatımda, hamile kalmakla ilgili zorluk yaşayan birçok çiftin, başka psikiyatrik sıkıntılar ile başvurduktan sonra ilaç tedavisi altında iken onlar için şaşırtıcı şekilde gebelik haberi aldıklarını tanık olmuşumdur. Bu durumun, kısmen zaten korunmalarını istemiş olduğumdan hamile kalmakla ilgili baskı altında ve kaygılı hissetmemelerinden, kısmen de gerçekten ilaç tedavisi altında kaygılarının azalmasından dolayı olduğunu düşünüyorum.

Birçok kadın hamile olduğunu öğrendikten sonra ilaç tedavisini aniden kesmeyi düşünebilir, ancak birçok kadın için bu önemli riskler taşıyabilir. Nadiren bazı kadınlar ise hastalıklarının ilk başlangıcını hamilelikleri sırasında yaşarlar.

Hamilelik sırasında tedavinin başlatılması veya sürdürülmesine ilişkin kararlar, fetüsün belirli bir ilaca maruz kalmasıyla ilişkili risklerin ve aynı zamanda annenin de tedavi edilmemiş psikiyatrik hastalıkla ilişkili risklerinin konuşulmasını içermelidir. Anne yaşanacak olası bir psikiyatrik hastalık  hem anne hem de çocuğunda morbiditeye neden olabilir. Bu nedenle, hamilelik sırasında ilacı kesmek veya ara vermek her zaman en güvenli seçenek olmayabilir.

Gebelik sırasında depresyon ve anksiyete, gebelikte çeşitli olumsuzluklar ile  sonuçlanablilir.  Gebelik sırasında psikiyatrik hastalık yaşayan kadınların doğum öncesi yeterli bakım alma olasılığı daha düşüktür ve alkol, tütün gibi gebelik sonuçlarını olumsuz etkilediği bilinen maddeleri kullanma olasılıkları daha yüksektir. Bu durumda yüzde yüz toksik olduğu bilinen alkol ve sigara gibi bir madde alacağına ilaç kullanması yeğdir. 

 

Çeşitli çalışmalar, depresif annelerden doğan çocuklarda düşük doğum ağırlığı ve fetal büyüme geriliği tanımlamıştır. Erken doğum, gebelik sırasında sıkıntı yaşayan kadınlar arasında görülen potansiyel gebelik komplikasyonlarından biridir. Gebeliğin son dönemlerinde annede depresyon ve anksiyete ile ilişkili gebelik komplikasyonları da tanımlanmıştır; bunlar arasında preeklapsi, sezaryan ve bebekte solunum sıkıntısı, hipoglisemi ve prematürite gibi çeşitli durumlar nedeniyle küvözde kalma riskinde artış da yer almaktadır. Bu veriler, tedavi edilmeyen psikiyatrik hastalığın bebek ve anne üzerindeki etkilerinin yanı sıra hamilelik sırasında ilaç kullanmanın risklerinin değerlendirilmesi de dahil olmak üzere, psikiyatrik hastalığı olan hamile kadınların kapsamlı bir risk/fayda analizinin yapılması gerektiğinin altını çizmektedir.

Gebelikte İlaç Kullanımının Olası Riskleri Nelerdir?

Teratojenez Riski


Yenidoğanlarda majör konjenital malformasyonların  insidansının %2 ila %4 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Gebeliğin en erken aşamalarında, ana organ sistemlerinin oluşumu gerçekleşir ve gebe kaldıktan sonraki ilk 12 hafta içinde tamamlanır. Bu nedenle, hamilelik sırasında maruz kalınan risklere ilişkin tartışmalar, maruz kalma zamanına veya trimestera göre ayrılabilir ve özellikle ilk trimesterdeki (ilk 3 aydaküi) maruziyetler konusunda dikkatli olunmalıdır.

Teratojen madde, rahim içi gelişim sürecine müdahale eden ve bir tür organ malformasyonu veya disfonksiyonu üreten bir ajan olarak tanımlanır. Her organ veya organ sistemi için, gelişimin gerçekleştiği ve bir teratojenin etkilerine duyarlı olduğu kritik bir dönem vardır. Örneğin, beyin ve omuriliği oluşturan nöral tüpün katlanması ve kapanması gebeliğin ilk dört haftası içinde gerçekleşir. Kalp ve büyük damarların oluşumunun çoğu, gebe kaldıktan sonraki dört ila dokuz hafta arasında gerçekleşir, ancak ilk üç aylık dönemin tamamı genellikle hassas olarak kabul edilir.

Yenidoğanda Belirtiler Görülme Riski


Neonatal toksisite veya perinatal sendromlar (bazen neonatal "yoksunluk" olarak da adlandırılır), akut neonatal dönemde gözlenen ve doğum sırasında veya yakınında ilaca maruz kalmaya atfedilebilecek bir dizi fiziksel ve davranışsal semptomu ifade eder. Ancak bu belirtileri ilaca maruz kalmaya bağlayan gözlemsel raporlar ihtiyatlı bir şekilde yorumlanmalıdır. Belirli bir ilaca maruz kalma ile perinatal sendrom arasında nedensel bir bağlantı kurmak için daha büyük örnekler üzerinde çalışılmalıdır.

Uzun Vadeli Etki Riski


Veriler, klinik olarak gerekli olduğu takdirde bazı ilaçların hamilelik sırasında güvenle kullanılabileceğini gösterse de, psikiyatrik ilaçlara doğum öncesi maruziyetin uzun vadeli etkilerine ilişkin bilgilerimiz eksiktir. Nöronal göç ve farklılaşma hamilelik boyunca ve yaşamın ilk yıllarında meydana geldiğinden, merkezi sinir sistemi (MSS) hamilelik boyunca toksik ajanlara karşı özellikle savunmasız kalır. Gebeliğin erken dönemlerinde teratojenlere maruz kalmak belirgin anormalliklere neden olabilirken, nöral tüpün kapanmasından sonra (gebeliğin 32. gününde) meydana gelen maruziyetler davranış ve işleyişte daha ince değişikliklere neden olabilir.

Davranışsal teratojenez, hamilelik sırasında uygulanan psikotropik bir ilacın uzun vadeli nöro-davranışsal etkilere sahip olma potansiyelini ifade eder. Örneğin, rahimde bir antidepresana maruz kalan çocuklar, gelişimlerinin ilerleyen dönemlerinde bilişsel veya davranışsal sorunlar açısından risk altında mıdır? Bugüne kadar, rahimde psikotropik ilaçlara maruz kalmanın insanlarda gelişim ve davranış üzerindeki etkisini sistematik olarak araştıran çok az çalışma yapılmıştır.

Emzirirken psikiyatrik ilaç kullanımına ilişkin daha fazla okumak için..

Gebelikte psikiyatrik ilaç kullanılabilir mi?
Gebelikte ilaç kullanımının olası riskleri nelerdir?
bottom of page